Eylül 19, 2009 için arşiv

Çapkın’dan İstanbul polisine ‘travestiyi eve hapsetme’ bonusu

Posted in Uncategorized on Eylül 19, 2009 by ifsaeylem1

Çapkın'dan İstanbul polisine 'travestiyi eve hapsetme' bonusu


Türkiye / 18/09/2009

Ebru Kırancı ve Demet Demir artık İstiklal Caddesi’nde tedirgin yürüyor. Çünkü polis her an onlara ‘kadın kıyafeti giymiş erkek’ cezası kesebilir.

UMAY AKTAŞ SALMAN

İSTANBUL – “Bir keresinde kuafördeydim, çıkartıp karakola götürdüler. Kabahatlar Kanunu’na göre çevreyi rahatsız etmekten 69 TL para cezası kestiler. Başka sefer et ve ekmek almış gidiyordum, yine ceza kestiler. Bir günde iki tane kestikleri de oldu. Bazı tutanaklara imza atmadım, bazılarına attım. Korkuttular beni. Şiddet kullanıyorlar, aileyi işin içine karıştırıyorlar. Artık dışarı çıkmaya korkuyoruz.” Bir travesti yaşadığı baskıyı, korkularını böyle anlatıyor. Bu baskıyı yaşayan sadece o değil üstelik. Travesti ve transeksüeller endişeli ve tedirgin. İki aydır özellikle Beyoğlu ve Şişli’de transeksüellere günlük yaşam alanlarında bile ceza kesiliyor; Fırından çıkarken, markete giderken, kuafördeyken… İstanbul Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Transeksüel ve Travestiler Sivil Toplum Girişimi (LGBTT) suç duyurusu yapmaya hazırlanırken, İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın ile başlayan ‘yakaladığı suçlu ve kestiği ceza başına puan kazanma’ uygulamasının cezaları artırdığını öne sürüyor.

‘Sokağa çıkmaya korkuyoruz’
Çapkın’ın polis memurlarına getirdiği performansa dayalı ‘bonus’ sistemi travesti ve transeksüellere psikolojik şiddete döndü. LGBTT Kabahatlar Kanunu’nun 37. maddesi, ‘Mal veya hizmet satmak için başkalarını rahatsız etmek’ten kesilen ceza bildirimi her geçen gün artıyor.
Dernekten Ebru Kırancı, Çapkın’ın başlattığı puan uygulamasından sonra travesti ve transeksüellerin polis tarafından adeta bonus olarak görüldüğünü belirterek, çarpıcı iddialarda bulunuyor:
“Geçen gün bir arkadaşı bakkalın içinden çekip alıyorlar. Eskiden Kabahatlar Kanunu’na göre otostop yaparken alıyorlardı. Şimdi gündelik hayata yansıdı. O kişiye yaşama hakkı tanınmıyor.
Artık sokağa çıkmaktan korkar olduk. Resmi polis varsa önünden geçmemeye çalışıyoruz. 37. maddeden ceza kesiyorlar ama gece çalışılan kıyafetle dolaşmıyor insanlar. Birçok arkadaşımız ara sokaklardan alınıyor ama polis tutanakta anacaddenin adını yazıyor sanki oradaymış gibi. Eskiden bu cezalar gece otostoptayken falan oluyordu.

Bir kişiye dokuz ceza
Böyle gündüz olmuyordu. Arkadaşlarımızın çoğunun sosyal güvencesi yok. Parası da yok. Bir kişiye dokuz kez ceza kesildiğini biliyorum. Bu sıcakta uzun kollu gömlek giydim. Askılı bluz giymedim göze batmamak için.”
Dernekten Demet Demir, ise polislerin ceza yazarken “Yakında İstiklal Caddesi’ne bile çıkamayacaksınız” dediğini iddia ederek “Birçok arkadaşın psikolojisi bozulmaya başladı. Eve hapsolmuş durumdalar. Yolda yürümek, alışveriş yapmak kabahat mi ? İki arkadaşa ceza kesmişler. Tutanağa da kadın kılığında dolaşan erkekler diye yazmışlar. Bayramdan sonra savcılıklara hem Çapkın hem ceza yazan polisler hakkında suç duyurusunda bulunacağız” diye konuştu.

Tehdit ediyorlar
Cezalardan nasibini alanlardan biri de Beyoğlu’nda yaşayan 51 yaşındaki travesti Ebru. Korktuğu için takma bir isimle yaşadıklarını anlatıyor:
“Bir keresinde kuşbaşı et aldım kasaptan, bakkaldan ekmek aldım, gidiyorum, ceza kestiler. Kuaförden çıkarıp çevreyi rahatsız etmekten 69 TL para cezası kestiler. Bir günde iki tane kestikleri de oldu. İlkini kulübe gidiyordum, birini de yaşadığım otele giderken yazdılar. Bazı tutanaklara imza atmadım, bazılarına attım. Korkuttular beni. Şiddet kullanıyorlar, aileyi işin içine karıştırıyorlar. Artık dışarı çıkmaya korkuyoruz. Çevreyi biz rahatsız etmiyoruz, polisler rahatsız ediyorlar.”

Erkekler ağustos ayında 15 kadın öldürmüş‏

Posted in Uncategorized on Eylül 19, 2009 by ifsaeylem1
Geçen ay gazetelerin üçüncü sayfalarına yansıyan haberlere göre erkekler 15 kadın öldürdü.

Gazetelerin üçüncü sayfalarına yansıyan adli vakaları tarayan bianet kadına yönelik şiddeti, cinsel saldırıları derleyerek erkek şiddetinin çetelesini tutmaya devam ediyor.

Geçen ay haberlere göre erkekler 15 kadını öldürdüler.

29 Ağustos

Cinayet

Bursa’da alkol aldığı arkadaşına, Balıkesir’de oturan halası Ünzile Özdemir’İ altı bileziği için boğarak öldürdüğünü söyleyen Selim Özden (SÖ) arkadaşının şikayeti üzerine gözaltına alındı. Şüphelinin bileziklerin 4’ünü sattığı, 2’sini ise kız arkadaşına hediye ettiği ortaya çıktı.

28 Ağustos

İzmir’de eşi Köçer Kaya’yı (59) bıçaklayarak öldüren Mustafa Kaya (71) “namusu” bahane etti.

26 Ağustos

Cinayet

Sakarya’da ramazanın gelmesi nedeniyle tabancayla evinin penceresinden ateş eden Murat Gevren’in (40) silahından çıkan kurşun Mesude Durgun’a (68) isabet etti. Ddurgun hayatını kaybetti.

20 Ağustos

Tecavüz,

Erzurum Güzelova Köyü’nde, iddiaya göre zihinsel engelli E.K.(30), aynı köyde oturan S.C. (75) tarafından tecavüze uğradı. Yapılan şikayet üzerine göz altına alınan S.C., sorgulandıktan sonra serbest bırakıldı.

Tecavüz, Tehdit, Şantaj

Batman’da, P.V.(13), üç kişinin kendisine tecavüz ettiği şikayetiyle savcılığa başvurdu. Tecavüz şüphelileri henüz yakalanamazken, P.V. koruma altına alındı.

Cinayet

Mersin Erdemli’de, D.Y.(26), birlikte yaşadığı emekli astsubay B.C. (45) tarafından öldürüldü. B.C. tutuklanarak cezaevine gönderildi.

19 Ağustos

Cinayet

İstanbul Avcılar-Firuzköy’de 39 yaşındaki kadın cezaevinden izinli çıkan kocası S.B. tarafından öldürüldü. Zanlı hala aranıyor.

Cinayet

Nevşehir’in Kozaklı ilçesinde yaşayan M.Ç. 31 yaşındaki karısı N.Ç.’yi 21 yerinden bıçaklayarak öldürdüğü iddia ediliyor.

Yaralama

İstanbul, Esenyurt’da 53 yaşındaki M.Ç. karısı N.Ç.’nin kuzeni S.Ç.’yle beraber olduğu bahanesiyle, S.Ç. ve N.Ç’yi bıçakladı. Zanlı M.Ç. tutuklandı.

18 Ağustos

Tecavüz

Bursa’da R.B. (21) büfe işletmecisi İ.S. (26) ve onun akrabası A.S. tarafından tecavüze uğradığını iddia etti. Polis A.S.’yi gözaltına aldı. İ.S. henüz yakalanamadı. Adliyeye sevk edilen A.S. tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Cinayet

Kayseri’de Hayrettin Metin (38), ayrı yaşadığı eşi iki çocuk annesi Nimet Metin’i (32) barışma teklifini reddettiği bahanesiyle öldürdü. Metin, yakalanarak gözaltına alındı. Soruşturma sürüyor.

16 Ağustos

Taciz

Alanya’da, tatilini geçiren Havva K.(27), kadın arkadaşıyla birlikte yolda yürürken Hasan S.’nin (26) elle tacizine uğradığını iddia etti. Hasan S. gözaltına alındı.

Yaralama, Darp, Gasp

Antalya’da yürüyüş yapan N.Y. (83), madde bağımlısı olduğu iddia edilen E.P. (25) tarafından bıçaklandı. İddiaya göre,  E.P., N.Y.’yi bıçakla tehdit etti, yanında para olmadığını anlayınca bıçaklayıp kaçtı. Yakalanıp sorgulanan zanlı, tutuklandı.

15 Ağustos

Tecavüz

Fethiye’de A.K. (45), kızı A.K.’ye (13) tecavüz ettiği iddiasıyla gözaltına alındı. A.K.’nin tecavüzü yakınlarına anlatması üzerine yakınları babayı jandarmaya şikayet etti. Gözaltına alınan A.K. tutuklanarak cezaevine kondu. A.K. ise Muğla Çocuk Esirgeme Kurumu’na gönderildi.

Cinayet

Ankara’da bir evde, Sevda Bal ve Savaş Demircioğlu’nun cesetleri bulundu. Evli ve iki çocuk annesi Sevda Bal’ın Savaş Demircioğlu tarafından öldürüldüğü, Demircioğlu’nun sonradan intihar ettiği belirlendi.

14 Ağustos

Tecavüz ve darp

Eskişehir’de S.S. (21), T.U.’nun (39) kendisini ormanlık alana götürerek burada darp edip dövüp tecavüze yeltendiğini iddia etti. T.U. gözaltına alındıktan sonra serbest bırakıldı.

Seks işçiliğine zorlama

İzmit’te çelik kapı satışı yapan İ.A. (53), karısını üç yıldır seks işçiliğine zorladığı iddiasıyla gözaltına alındı. Adliyeye sevk edilen İ.A. tutuklandı.

Taciz

Ankara’da Genç-Sen eylemi sonrası gözaltına alınan kadınlar, polisin gözaltında kendilerini taciz ettiği iddiasıyla cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulundu.

13 Ağustos

Tecavüz

Karamürsel’de, taciz ve tecavüzden 4 sabıkası olan (H.T.), Ç.K. ‘ye (17) tecavüz ettiği iddiasıyla tutuklandı.

Cinayet

Ankara’da, 8 aylık hamile Güler A. (24), kocası Murat A. (27) tarafından tüfekle öldürüldü. Katil zanlısı gözaltına alındı.

12 Ağustos

Cinayet

Mersin’de iki çocuk annesi Selam Y.(22), kocasının kardeşi B.Y.(22) tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Şüpheli gözaltına alındı.

Tecavüz, gasp

İstanbul’da T.K. (48) minibüs beklerken kendisini gasp eden madde bağımlısı S.T. ve arkadaşı tarafından tecavüze uğradığını iddia etti. S.T. yakalanıp ‘darp,gasp ve tecavüz’ suçlamasıyla cezaevine konulurken diğer zanlı yakalanamadı. Olaydan sonra T.K. psikolojik tedavi altına alındı.

Tecavüz

Gölcük’te E.H., çocukları olan 6 ve 11 yaşındaki iki kız ile 10 yaşındaki bir çocuğun , babaları Ö.H., dedeleri ve amcaları tarafından tecavüze uğradığını iddia etti. Aile fertleri tutuklandı.

Cinayet

Van’da, iki çocuk annesi ve hamile Fazilet A. (26), kocasının kardeşi Mehmet A. Tarafından öldürüldü. Şüpheli gözaltına alındı.

11 Ağustos

Cinayet

Hollanda’da çocuk yuvası sahibi Arzu Çakmakçı Erbaş, arabasına binerken bıçaklı saldırıya uğradı. Ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılan Erbaş, yolda öldü. Polis katil zanlılarını arıyor.

Ağır Yaralama

Denizli’de Süleyman Can (51), ruhsatsız pompalı tüfekle oğlu Muhammet Can’ı kovalarken, oğlu annesi Nimet Can’ın yanına sığındı. Süleyman Can “bana engel olma yoksa seni de vururum” dediği Nimet Can’a doğrulttuğu tüfek ateş aldı. Yaralamanın ‘kazayla’ olduğunu iddia eden Can gözaltına alındı. Tedavi altına alınan Nimet Can’ın hayati tehlikesi sürüyor.

Seks işçiliğine zorlama

Bursa’da, Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’ne bağlı yurtta kalan B.K (16), kendisini evlenme vaadiyle kaçıran F.Ç.ve kardeşleri tarafından seks işçiliğine zorlandığını iddia etti. F.Ç. ve kardeşleri yakalanamadı.

Tecavüz

Antalya’da İngilizce öğretmeni G.T., tedavi olduğu Akdeniz Üniversitesi Hastanesi Acil Servisinde, müstahdem H.G. (29) tarafından tecavüze uğradığını iddia etti. Gözaltına alınan H.G., sorgunun ardından tutuklandı.

10 ağustos

İşkence, şiddet

Adana’da M.A. (40) karısı E.A.’yı (40) üzerine kızgın yağ dökerek yaktı. E.A. sonradan eve gelen çocukları tarafından hastaneye götürülürken, M.A. bulunamadı. E.A.’nın hayati tehlikesi sürüyor.

Tecavüz, taciz

Zonguldak’ta lise öğrencisi A.K.(15), E.D. (28) tarafından tecavüze ve onun arkadaşı R.G. (40) tarafından tacize uğradığını iddia etti. E.D.ve R.G. gözaltına alındı, adliyeye sevk edildikten sonra tutuklandı.

Tecavüz

İzmir’de S.K.(23), aracına bindiği bilgisayar tamircisi A.P.’nin (19) kendisini ormanlık alana götürüp bıçak tehdidiyle tecavüz ettiğini iddia etti. Gözaltına alınan A.P., adliyeye sevk edildikten sonra çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.

Tecavüz

Bursa’da, metro istasyonunda baygınlık geçiren Y.D.Y(30), olay yerine gelen polislere kendisine 3 kişinin tecavüz ettiğini iddia etti. Y.D.Y, hastaneye kaldırılırken polis soruşturma başlattı.

8 Ağustos

Tecavüz

Zonguldak, Ereğli’de 15 yaşındaki A.K.28 yaşındaki Y.D. ve arkadaşı R.G. tarafından tecavüze uğradığını iddia etti. Zanlılar Ereğli kapalı cezaevine konuldu.

7 Ağustos

Tecavüz

Amasya’da 20 yaşındaki A.B.A 35 yaşındaki kocası C.A. tarafından tecavüze uğradığını iddia etti. Zanlı”eşe cinsel istismar ve darp” suçundan tutuklandı.

5 Ağustos

Cana kast, yaralama

Mersin’de Muhammet Karabıyık (45), miras yüzünden tartıştığı kızı Şerife Sarakıya’nın (20) evini benzin dökerek ateşe verdi. Sarakıya ağır yaralandı.

1 Ağustos

Cinayet

Kırklareli’nde Ö.I.(18) ve sevgilisinin, Serkan Durgut tarafından gaspa uğradıkları, direnince öldürüldüleri iddia edildi. Mahkemede suçlamaları kabul eden Serkan Durgut, ‘bir kişiyi kasten, bir kişiyi de suç delillerini gizlemek, adam öldürmek ve nitelikli yağma ve gasp’ suçlarından tutuklandı.

Cinayet

Beyoğlu’nda Z.Y. eski kocasından korunmak için Şişli ve Beyoğlu adliyelerine defalarca başvurmasına rağmen hiçbir önlem alınmaması sonucu eski kocası Zeki Kahraman tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Zeki Kahraman kısa süre sonra yakalandı.

Cinayet

Gaziosmanpaşa’da A.K. kocası Hulusi Köse tarafından vurularak öldürüldü. Olaya şahit olan oğulları M.K. (12) ifadesi alınmak üzere polis merkezine götürüldü ancak Hulusi Köse yakalanamadı.

Cinayet

Esenler Havaalanı Mahallesi’nde oturan Ahmet Akbaş (53), eşi Ferfuri Akbaş’ı (44) tabancayla vurarak öldürdü. Olay yerine gelen polis Ahmet Akbaş’ı buldu.

Tecavüz

Manisa’da N.D.(14)’nin ablasının komşusu İ.O. (39) tarafından tecavüz edilip, görüntülerinin yayınlanmasıyla tehdit edildiği iddia edildi. Gözaltına alınan İ.O. tutuklandı.

Tecavüz

Erdek’te M.O.(20)’nun Uğur E.(20), Yiğithan Y. (22), Erhan G.(21) ve N.S.K.(16) tarafından kaçırılmaya çalışıldığı iddia edildi. M.O. emniyette daha önce de Ferdi K.(20) ve Kadir Y.(21) tarafından tecavüze uğradığını iddia etti. 6 tutukludan Ferdi K. tutuklanırken, diğerleri tutuksuz yargılanacak.

bianet’in Nisan 2008’den bugüne tuttuğu kadına yönelik şiddet çetelesine ulaşmak için tıklayınız. (Bia)

Nefret suçları kimin sorunu?

Posted in Uncategorized on Eylül 19, 2009 by ifsaeylem1
Perşembe, 17 Eylül, 2009

“Nefret söylemiyle mücadele asla sadece bu söylemin hedefi olan grupların sorunu olmamalı. Nefret suçlarının ve bu suçlara neden olan nefret söyleminin bütünüyle ortadan kalkması, toplumsal iktidar ilişkileri ve gruplararasındaki hiyerarşik toplumsal örgütlenmenin değişmesiyle mümkün olabilir.

Homofobik ideolojilerden ve ayrımcılıktan beslenen nefret suçları genel olarak sanılanın aksine çoğunlukla cinsel taciz biçiminde ortaya çıkmamakta, diğer gruplara yönelen saldırganlık davranışlarıyla benzer örüntüler göstermektedir.
Nefret suçlarını görünür kılmak, aynı zamanda suçun nedenini oluşturan grup aidiyetini de görünür kılmayı zorunlu hale getiriyor. Bütün bu nedenlerle özellikle cinsel yönelimleri nedeniyle nefret suçlarının hedefi haline gelen insanlar için mağduriyet, örneğin ırkları nedeniyle bu saldırılara hedef olanlardan farklı olarak bir varlık-yokluk meselesi haline gelebiliyor.
Nefret suçlarıyla ilgili her şey doğası gereği toplumsaldır; sadece saldırganların ya da mağdurların değil toplumun tümünün yaşama biçimiyle, toplumu oluşturan farklı grupların birlikte yaşamaya ilişkin anlayışları ve bu anlayışın, ideolojinin sonuçlarıyla doğrudan ilişkilidir, dolayısıyla bütünüyle politiktir.”
Nefret Suçları Kimin Sorunu?

Bir kişi ya da gruba, ait olduğu kimliği, inancı, politik görüşü, cinsiyeti ya da cinsel yönelimi gibi nedenlerle, farklı biçimlerde zarar verme amacıyla saldırılması sonucunda oluşan suçlar genel olarak nefret suçları olarak adlandırılmaktadır. Nefret suçları, suçun kurbanlarının herhangi bir eylemi nedeniyle yani gerçekleştirilen bir edim sonucunda değil, gerçek ya da algılanan renkleri, milliyetleri, cinsel yönelimleri, görünümleri, etnik kökenleri, bir başka söyleyişle “eylemleri değil var oluşları nedeniyle” maruz kaldıkları saldırganlık içeren davranışlardır. Diğer suç tiplerinden farklı olarak nefret suçları, saldırganların, kurbanlarının var oluşlarına yönelik tehditlerdir ve kurbanlar bireysel, kişisel özellikleri ya da edimleri değil, ait oldukları grubun varlığı, o gruba aidiyetleri nedeniyle nefret suçlarının hedefidirler. Bu nedenle nefret suçları konusuyla ilgili her şey doğası gereği toplumsaldır; sadece saldırganların ya da mağdurların değil toplumun tümünün yaşama biçimiyle, toplumu oluşturan farklı grupların birlikte yaşamaya ilişkin anlayışları ve bu anlayışın, ideolojinin sonuçlarıyla doğrudan ilişkilidir, dolayısıyla bütünüyle politiktir.
“Ya böyle var olma ya da böyle olduğunu belli etme!”

Suç, genel olarak toplumsal bir olgudur ve toplumsal olan her şey sonuç olarak her tür suçla ilgili olgular açısından belirleyicidir fakat nefret suçları özel olarak, bir toplumda gruplar arası ilişkilerin yaşanma biçiminden kaynaklanan, gruplar arası ilişkiler sonucunda oluşan şiddet konusuyla doğrudan ilişkilidir. Nefret suçlarına neden olan, mağdurlara yönelik kişisel geçici öfke ya da planlı zarar verme isteğinden kaynaklanan, saldırganların kişisel motivasyonları değildir, mağdurun ait olduğu gruba yönelik önyargılar, ayrımcılık ve yanlılıklardır. Dolayısıyla, sadece bir insana ya da gruba ruhsal ya da fiziksel zarar verilmesi sonucunu doğurmazlar aynı zamanda saldırılara maruz kalan gruplara ait insanların, kendilerini ifade etmeleri hatta varlıklarını sürdürmeleri önünde de ciddi tehdit ve engel oluştururlar. Nefret suçlarına hedef olmaktan korunmanın tek yolu böylece kendiliğinden, insanın oluşunu, varlık biçimini reddetmesi, en hafifinden varoluşunu görünmez kılmaya çalışması haline gelir ki bu da nefret suçlarının nedeni olan ideolojik arka planın esasen, toplumda belirli grupların varlığına yönelen bir tehdit oluşturduğunu gösterir. Nefret suçlarının yarattığı tehdit ve korku ortamının olası mağdurlara mesajı açıktır: Ya böyle var olma ya da böyle olduğunu belli etme! Bu söylemin bir yanı, nefret suçlarının asıl aktörü olan homofobik yaklaşımın temelini oluşturur: Böyle olma, olduğun gibi olduğunda varlığımızı ve iktidarımızı tehdit ediyorsun, yok olman ya da yok edilmen gerekiyor. Diğer yanı da yüreği hiç kimsenin incinmesine dayanamayan ama her şeyin eskisi gibi sürmesinden ve ona dokunmayan yılanın bin yaşamasından yana olan iyi kalpli homofobiklerin üstten bakan, akıl veren kibirli ve bin yüzlü hak anlayışına rehberlik eder: Olduğun gibi olmana hiç itirazım yok, ama gözümüze görünme, mahallende, gettonda, barında, parkında, yatak odanda kal!

Nefret Suçlarının Hedeflerinde Kim Var?
Nefret suçlarının hedeflerinin hangi gruplar olduğu, bu suçların niteliğinin de en önemli göstergelerinden biridir. Dünyanın farklı coğrafyalarında saldırganların hedefleri, o toplumda hangi grupların ayrımcılığa uğradığına bağlı olarak değişmekte fakat saldırganların zihniyet yapıları, motivasyonlarını oluşturan ve besleyen böylece suçu belirsiz hatta bazen meşru kılan ideolojik ortam değişmemektedir. Örneğin ABD’de nefret suçlarıyla ilgili istatistikler ırksal önyargı ve ayrımcılıktan kaynaklanan ve nefret suçları kapsamına giren saldırıların ilk hedefinin siyahlar olduğunu göstermektedir. Bizim ülkemizde benzer istatistikler olmamasına hatta henüz bu tür saldırıların “nefret suçu” olarak teşhis edilmesinde bir söz birliği bulunmamasına karşın, medyada yer alan haberlerden ve insan hakları örgütlerinin verilerinden hareketle, nefret suçlarının mağdurlarının en büyük sıklıkla, cinsel yönelimleri ve etnik kökenleri nedeniyle bu saldırıların hedefi olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’de de diğer pek çok ülkede olduğu gibi, cinsel yönelim, etnik köken, dini ya da mezhebe dayalı inançlar, daha kapsayıcı bir yaklaşımla söylersek, çoğunluğu belirleyen tektipçi ideolojik iktidar anlayışlarının dışında kalan var olma biçimleri farklı zamanlarda ve farklı biçimlerde nefret suçlarının hedefi olabilmektedir*.
Nefret suçlarının kişisel olmaktan çok toplumsal, ideolojik bir arka plandan beslendiği, saldırıları gerçekleştiren faillerin, ideolojik olarak belirli benzerlikleri olmasıyla da desteklenmektedir. ABD’de hüküm giymiş suçlular üzerinde yapılan çalışmalar, saldırıların maddi bir çıkar ya da belirli bir amaç için gerçekleştirilmediğini, yanlılığın türü ne olursa olsun, nefret duyulan gruba üstünlük sağlamak amacı taşıdığını göstermektedir. Saldırganlık diğer suçlarla karşılaştırıldığında daha araçsaldır ve pek çok sembolik öğeden beslenmektedir; planlı, amaç yönelimli ve belirli bir uyarılmışlık düzeyiyle saldırılar gerçekleşmektedir. Suçluların genel olarak patolojik özellikler göstermedikleri ya da suça yönelmelerindeki asıl faktörün ruhsal sorunları olmadığı görülmüştür. Saldırganların davranışlarında, dini inançlarının da, mağdurların, özellikle cinsel yönelimleri nedeniyle hedef seçildikleri suçlar açısından etkili olduğu bulunmuştur. Ayrıca homofobik ideolojilerden ve ayrımcılıktan beslenen nefret suçları genel olarak sanılanın aksine çoğunlukla cinsel taciz biçiminde ortaya çıkmamakta, diğer gruplara yönelen saldırganlık davranışlarıyla benzer örüntüler göstermektedir. Ülkemizde yapılan pek çok akademik çalışmada da, homofobinin genel olarak otoriterlikle, sağ ve sol ideolojilerden bağımsız olarak muhafazakârlıkla bir arada bulunduğu ve diğer ayrımcılıklarla birlikte ortaya çıktığı bulunmuştur.
2003-2004 yılları arasında Los Angeles güvenlik birimleri tarafından rapor edilen 1045 nefret suçu üzerinden yapılan araştırmada nefret suçlarının özellikleri ortaya çıkarılmaya çalışıldı. 2006’da sunulan bir başka istatistikî bilgi ise FBI verilerine dayanıyor. Her iki çalışmada da, rapor edilen veriler ortak yanlar taşıyor. 7.720 nefret suçu olarak nitelenebilecek saldırının tümü belirli gruplara ilişkin önyargı, ayrımcılık ve yanlılıklara dayanıyor. % 51,8’i ırksal önyargı; 18,9’u dinsel yanlılık, 15,5’i cinsel yönelim yanlılıkları, 12,7’si etnik-bölgesel yanlılıklar. Bir saldırı da engelli bir yurttaşa yönelik olarak gerçekleşmiş. Saldırıların yaklaşık üçte biri mağdurun evinin yakınında ya da mahallesinde, dörtte biri otoban, sokak ya da kamusal alanlarda, % 12,2’si okullarda, % 6’sı park alanlarında ya da garajlarda, % 4’e yakını ise kilise, sinagog ya da dini ibadet mekânlarında. ABD’de güvenlik birimlerince yayınlanan farklı yıllara ait istatistikler, belirli şehirlerde belirgin biçimde yoğunlaşan çeşitli azınlık gruplarına ait nefret suçlarının yaklaşık % 12-25’i arasında değişen oranlarda mağdurların cinsel yönelimleri nedeniyle işlendiğini ortaya koymaktadır. Ölümle sonuçlanan mağduriyetlerin ise yarısından fazlası homofobik tutumlarla işlenmiş anti-gey suçlardır. El ele dolaşmakta olan gey ve lezbiyen çiftlere yönelik laf atmadan, açık sözlü saldırıya, arabaların ya da evlerin tahrip edilmesinden, açık şiddet içeren saldırı ve cinayete varan suçlar. ABD’de pek çok eyalette nefret suçlarına karşı yasa olmasına karşın, bunların sadece yarısında cinsel yönelim nedeniyle işlenen suçlar nefret suçu kabul edilmektedir. 1990’larda yapılan bir tarama çalışmasında gey ve lezbiyenlerin % 25’inin en az bir kez fiziksel saldırıya uğradığı rapor edilmiştir. Bu sayısal veriler ülkemizde olduğu gibi ABD’de ve dünyanın her yerinde, gerçeğin çok küçük bir bölümünü yansıtıyor. Nefret suçlarının diğer kurbanları gibi cinsel yönelimi nedeniyle saldırıya maruz kalanların pek çoğu, daha çok ve ağır bedeller ödemekten kaçınmak için mağduriyetlerini gizliyorlar. Çünkü nefret suçlarını görünür kılmak, aynı zamanda suçun nedenini oluşturan grup aidiyetini de görünür kılmayı zorunlu hale getiriyor. Bütün bu nedenlerle özellikle cinsel yönelimleri nedeniyle nefret suçlarının hedefi haline gelen insanlar için mağduriyet, örneğin ırkları nedeniyle bu saldırılara hedef olanlardan farklı olarak bir varlık-yokluk meselesi haline gelebiliyor.
Nefret suçları, diğer suçlardan farklı olarak hem kurbanlar hem de genel olarak toplum üzerinde psikolojik hasarlar yaratma konusunda çok daha etkili sonuçlara yol açmaktadır. Aynı zamanda en ağır sonuçlara yol açan insan hakları ihlallerinden biri olarak nefret suçları, kurbanların yaşadığı açık fiziksel zararların dışında, fiziksel zarar görme korkusuna ilişkin artan hassasiyet ve kalıcı stres gibi olumsuz psikolojik sonuçlar doğuruyor. Psikolojik sonuçları açısından uzun süreli travmatik etkiler ve bu travmatik etkiler sonucu ortaya çıkan zihin ve ruh sağlığındaki bozulmalar bazen intihara varan sonuçlara varabiliyor. Aile ya da yakın çevreden sağlanan sosyal destek ve benlik saygısının yüksek olması bu etkileri azaltan faktörler olarak ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte bu faktörlerin, saldırıların ve tehditlerin olumsuz ruhsal etkilerini azaltmaya yardımcı olması ancak, saldırının ağırlığı, şiddeti ölçüsünde gerçekleşmektedir. Ağır ve sürekli saldırı durumlarında anksiyete, gerginlik, depresyon, stres, güvenlik endişesi, öfke ve toplumdan uzaklaşmaktan nefrete kadar varan olumsuz duygulara ve yaşantılara yol açan sonuçlar adeta kaçınılmazdır. Post travmatik stres bozukluğu en sık görülen tablodur. Cinsel yönelimleri nedeniyle saldırıya uğrayan geylerle yüz yüze görüşmeler yoluyla yapılan niteliksel bir araştırmada, saldırıya uğrayan insanların yaşadıkları sosyal ve psikolojik deneyimler 6 ana başlıkta sunulmuştur:
  1. Katılımcıların ortak olarak paylaştıkları başlıca olumsuz duygu, kontrol algısı ve duygusunu kaybetmektir. Mağdurlar, yaşadıkları saldırılar sonucunda yoğun çaresizlik duyguları yaşamakta ve çevreleri, ortam ve genel olarak yaşamları üzerindeki kontrollerini yitirdikleri duygusuna kapılmaktadırlar. Bu kontrol kaybı insanları hareketsiz kılmakta, günlük aktivitelerini bile gerçekleştirmede zorluklar yaratacak boyutlara varan davranışsal sorunlara yol açmaktadır.
  2. Katılımcılar, yaşadıkları saldırıya ilişkin herhangi bir hatırlatıcı uyaranla karşılaştıklarında, travmayı yeniden yeniden yaşamaktadırlar. Tekrarlayıcı biçimde benzer olumsuz duygular, korkular oluşmaktadır. Dolayısıyla saldırının etkileri saldırı anından çok daha uzun bir sürece yayılarak ortaya çıkmaktadır.
  3. Mağdurlar, yoğun suçluluk duyguları yaşamaktadırlar. Bilişsel olarak kendilerini davranışsal ya da kendi özellikleri nedeniyle suçlamakta; diğer insanlar tarafından da, saldırıdan kendi davranışları nedeniyle sorumlu tutularak suçlanmaktadırlar.
  4. Katılımcıların sosyal destek ağlarından yararlanma süreçleri de saldırıyı görünür kılma biçimleri ve dereceleriyle ilgili olarak gerçekleşmektedir. Mağdurların yaşadıkları deneyimi kendiliğinden, kontrollü olarak, sağaltım amacıyla ya da yasal yollardan hakkını aramak için görünür kılmasına bağlı olarak yaşadığı deneyim farklılaşmaktadır. Öğrenilmiş çaresizlik genellikle saldırıyı görünür kılmayı engelleyen en önemli faktörlerden biridir.
  5. Mağdurlar genellikle duyusal, davranışsal ve bilişsel taktikler kullanarak nefret saldırılarının art etkilerinden korunmaya ve nefret suçlarıyla başa çıkmaya çalışmaktadırlar.
  6. Mağdurlar, yaşadıkları nefret ideolojilerinden kaynaklanan saldırılar sonucunda, genellikle cinsel yönelim kimlikleriyle yüzleşmektedirler. Kimi zaman gey olmanın kendisiyle yüzleşmekte ve cinsel yönelimlerini sorgulamaktadırlar. Çoğunlukla, görünüşlerini sorgulamakta ve nefret saldırılarından korunmak için daha erkeksi görünmeye çabalamayı denemektedirler. Mağdurların bir başka tepkisi gey kimliklerine daha çok angaje olmalarıdır. Nefret suçlarına karşı örgütlenmelere katılmakta, geylerin hakları için kurulan sivil örgütlere katılmakta ya da bu örgütlere olan bağları güçlenmektedir.
Nefret suçlarına yol açan ideolojik arka planı oluşturan toplumsal bağlam, hukuk, medya, insan ilişkileri, genel olarak gruplararası ilişkiler, iktidar ve hegomonik yapılar kısaca sistem tarafından belirleniyor. Pek çok ülkede, nefret suçlarıyla ilgili hukuksal süreçler konusunda yapılan çalışmalarda, jüri üyelerinin cinsel yönelimlerinin kararı nasıl etkilediğine dair bir bulgu olmasa da, etnik kökenlerinin mağdurların ve saldırganların etnik kökenleriyle benzerliğinin, kararları etkilediğini gösteren bulgular vardır. Gerek yasaların yapılması, yorumlanması sürecinde gerekse hem mağdur hem de saldırgan açısından savunma süreçlerinde psikolojik ve sosyal psikolojik süreçler etkili olmaktadır. Yapılan pek çok çalışma, aynı zamanda mağdurların kendilerini ifade ediş biçimlerinin, saldırının niteliğinin ve yarattığı hasarın da kararları etkilediğini göstermektedir. Nefret suçlarına karşı alınacak önlemler bakımından ağır cezalardan yana olma ya da ağır cezaların caydırıcı olabileceğini düşünme genellikle, nefret suçlarının arka planını oluşturan ayrımcılık ve nefret söylemine karşı olmaktan kaynaklanan bir ideolojik tavır olarak ortaya çıkmamakta, daha ziyade bir grubun ya da genel olarak toplumun huzurunu sağlamaya yönelik bir önlem olarak düşünülmektedir. Bu eğilim sadece hâkim grupların söylemi olarak ortaya çıkmamakta, ayrımcılığa uğrayan gruplar arasında da yaygın olarak varlığını sürdürmektedir.
Eşcinsel üniversite öğrencileri arasında yapılan bir çalışmada, ait olunan gruba ilişkin olumlu benlik duygularının, yani eşcinsel olma kimliğiyle barışık olmanın, nefret suçlarına karşı duyarlılığı yükselttiği ve ağır cezalardan yana olma eğilimini arttırdığı bulunmuştur. Ayrıca bütün toplumsal gruplar açısından genel olarak topluluğa ait olma duygusunun da nefret suçlarına karşı daha duyarlı olma sonucuna yol açması söz konusudur. Literatürdeki çalışmalar genel olarak, liberal dünya görüşleri arttıkça ağır cezalandırmadan yana olma eğiliminin azaldığını tersine muhafazakârlık arttıkça yükseldiğini göstermektedir. Bu olgu nefret suçlarıyla mücadelede önemli sorunlardan birini oluşturmaktadır. Ağır cezalardan yana olma, bir yandan nefret ideolojilerini ortaya çıkaran genel toplumsal bağlamın ve farklı gruplar arasındaki ilişkilerin ayrımcılıkla belirlenmesini engellemenin tek yolu olarak görünen demokratikleşmenin önünde bir engel olarak durmakta, öte yandan nefret suçları arttıkça ağır cezalardan yana olma eğilimi de yükselmekte, dolayısıyla nefret suçlarının zeminini oluşturan muhafazakârlık eğilimleri pekişmektedir. Bu paradoksal durum aslında nefret suçlarının ve bu suçlara neden olan nefret söyleminin bütünüyle ortadan kalkmasının, toplumsal iktidar ilişkileri ve gruplararasındaki hiyerarşik toplumsal örgütlenmenin değişmesiyle mümkün olabileceğini, dolayısıyla nefret söylemiyle mücadelenin asla sadece bu söylemin hedefi olan grupların sorunu olmadığını göstermektedir.
Medya ve nefret suçları

Medya, dünyada ve ülkemizde nefret suçlarına yol açan ayrımcılığı oluşturan ve besleyen kalıpyargıların, önyargıların kısaca nefret söyleminin kurulmasında ve yaygınlaştırılmasında en etkili aracılardan biridir. Medyanın nefret suçları kapsamında ele alınabilecek eylemleri haberleştirme, kullanılan dil ve mağdurları ya da olayı sunma şekli, eylemi meşrulaştırmaya ve suçun altında yatan ayrımcılığı gizlemeye yol açabilir; sıklıkla böyle olmaktadır. Örneğin, Türkiye’de bütünüyle nefret suçları kapsamında görülmesi gereken eşcinsellere, travesti ve transseksüellere yönelik saldırılar, genellikle mağdurların yarattığı tahrik sonucunda oluşan eylemler gibi sunulmaktadır. Açık bir saldırı ve çoğunlukla cinayete varan ya da bizim ülkemizde ancak ölümle sonuçlandığında “haber” değeri taşıyabilen suçlar, mağdurların çıkardıkları “olaylar” sonucunda gerçekleşmiş, “doğal” sonuçlar olarak ele alınmaktadır. Genellikle mağdurlar, faillerin “hassasiyetlerine” dokunur ve cezalarını bulurlar; oysa failin hassasiyetinin tek kaynağı ayrımcılık ideolojileridir. Bu yaklaşım, sadece şiddeti meşrulaştırmakla kalmaz, aynı zamanda kendini ifade etme ve gerçekleştirme hakkının, bir toplumda kimlere ait bir ayrıcalık olduğunu da tarif eder; bu doğrudan herkesin sadece insan olmak bakımından eşit olduğu ön kabulüne dayanan çoğunu bizim de kabul ettiğimiz evrensel hukuk normlarının çiğnenmesi anlamına gelir.
Nefret suçları ve bu suçların nedeni olan ayrımcı ideolojilerle mücadele çok boyutlu yapısı nedeniyle hukuk, medya, eğitim başta olmak üzere toplumsal bütün yapıların sorgulanması ve yeniden yapılandırılmasıyla doğrudan ilişkilidir. Dolayısıyla sadece nefret söyleminin ve suçlarının hedefi olan grupların sorunu olarak görülemez; herkes için yaşanabilir bir dünya isteğini dile getiren ve varlık nedenini bu isteğe dayandıran her türden politik iradenin öncelikli hedefi ve sorumluluğu olmak zorundadır. Kuşkusuz dünyada olduğu gibi ülkemizde de nefret söylemi ve suçları giderek yaygınlaşmaktadır ama hepimizin gelecek tahayyülünü besleyen ve umut veren tek şey hâlâ ve sadece giderek daha görünür hale gelen özgürlük mücadeleleridir.
Dipnot: Yaşadığımız coğrafyada çok yaygın olan cinsiyete dayalı grup aidiyeti nedeniyle kadınların maruz kaldıkları çoğunlukla da ölümle sonuçlanan saldırılar, ilgili literatürde genellikle nefret suçları kapsamında ele alınmamaktadır; bu yaklaşımın cinsiyetçi ideolojilerden beslenen kendine özgü nedenleri vardır. Bu yazıda bu konu, bir başka yazıda ele alınmak üzere, yazının amacı ve sınırları nedeniyle dışta bırakılmıştır.
Kaos GL Dergisi / Mart-Nisan 2009, Sayı 105
Melek Göregenli

HIV/AIDS Korkusu Cinsel Azınlıklara Nefretten Besleniyor

Posted in ayrımcılık - şiddet with tags , , , , , on Eylül 19, 2009 by ifsaeylem1
Çarşamba, 16 Eylül, 2009

HIV/AIDS Korkusu Cinsel Azınlıklara Nefretten Besleniyor

PYD’den Murat Yüksel “Cinsel Haklar ve Siyaset” panelinde cinsel azınlıklara nefretin toplumda HIV/AIDS virüsü taşıyanların tedavi olmasına engel teşkil ettiğini ve bunun da virüsün yayılmasına neden olduğunu söyledi.
Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği’nin düzenlediği “İkinci Müslüman Toplumlarda Cinsel ve Bedensel Haklar Koalisyonu (CSBR) Cinsellik Enstitüsü: Türkiye’de Cinsel Haklar ve Siyaset” panelini dün (15 Eylül) akşam, Beyoğlu’ndaki Goethe Enstitüsünde gerçekleşti.
Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği’nden Aras Güngör, Çanakkale Kadın El Emeğini Değerlendirme Derneği (EL-DER) ve Çanakkale Toplum Merkezi adına Nigar Etizer Karacık vePozitif Yaşam Derneği’nden (PYD) Murat Yüksel‘inkonuşmacı olduğu panelde Yüksel Türkiye’de cinselliğe dayalı ayrımcılığın HIV/AIDS’le nasıl örtüştüğü üzerine konuştu.
“Cinsellik söz konusuysa tabular devreye giriyor”

Yüksel’in verdiği bilgiye göre dünyada HIV/AIDS tanısı konulan insanların sayısı 40 milyondan fazla, yarısından çoğunu kadınlar oluşturuyor ve çoğu Afrika ülkelerinde.
Bugüne kadar AIDS nedeniyle yaşamını yitirenlerin sayısı İkinci Dünya Savaşı’nda ölenlerin sayısını geçiyor.
Yüksel Türkiye’de Sağlık Bakanlığı tarafından 1989’dan bu yana HIV/AIDS’e ilişkin verilerin tutulduğunu aktardı.
“O tarihten 2008’e kadar toplam HIV/AIDS’li sayısı 3 bin 300. Yarısından çoğu erkek.
“HIV/AIDS’in kan aktarımı ve anneden çocuğa geçmesi dışında bulaşma yollarından biri de cinsellik. Cinsellik söz konusu olduğunda tabular devreye giriyor. İnsanlar test yaptırmaktan çekiniyor, çünkü damgalanmaktan korkuyor. Test yaptırmayınca tanı konulamıyor. Gerçek rakamları da bilemiyoruz.”
“Virüs yayılıyor, Bakanlık önlem alsın”

Yüksel cinsel yönelimin de bu ayrımcılıktan payını aldığını söyledi:
“Cinsel azınlık da HIV/AIDS virüsü taşıyanlar da ‘hastalıklı’ damgası yediği için test yaptırmaya cesaret eden bile cinsel yönelimini ifade etmiyor.”
Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre 2006’da 296, 2007’de 270 ve 2008’de 450 kişiye HIV/AIDS tanısı koyuldu.
Yüksel bu rakamların gerçeği yansıtmasa bile tedbir almak için artışı iyi ifade ettiğini söylüyor.
HIV/AIDS’nin Türkiye’de 1980’lerin sonunda gündeme alındığını hatırlatan Yüksel “İlk zamanlar yapılan çalışmalar ‘AIDS’le savaş ya da mücadele’ydi. Ancak HIV/AIDS tanısı koyulanları toplumdan izole etmek yöntemi söz konusu. Bu da insanların tedaviye erişiminin önünde ciddi bir engel” dedi.
Geçtiğimiz dönemde Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı bir reklam kampanyasını örnek gösteren Yüksel kampanyanın sloganının “Kimi ilişkiler ayağınızı yerden keser” olduğunu ve bu sloganın morga yatan bir ölü fotoğrafıyla verildiğini anlattı.
“Yani ayrımcılık sürüyor. Buradaki ‘kimi ilişkiler’le verilen mesaj cinsel eğilimi toplumun ötekileştirdiği, kabul etmediği insanlarla ya da seks işçileriyle seks yapmak. Kızılay’da bile kan vermesi yasaklanan bireyler içinde ‘yabancı uyruklu seks işçileriyle seks yapmış ya da homoseksüel’ bireyle var. Bu düpedüz ayrımcılıktır.”
Kadınlar açısından durumun çok da değişmediğini söyleyen Yüksel cins iktidarının ‘kondom kullanmaya erkek karar verir’ gibi yargılar üzerinden ayrımcılığın sürdüğünü belirtti.
“HIV’e karşı korku, toplumun kabul etmediği cinsel azınlıklara, çok eşliliğe öfke ve tıpkı yabancı uyruklu kadın seks işçilerine olduğu gibi ırkçılık gibi toplumsal nefret söyleminden besleniyor. Korku ve öfkeler birbirine giriyor. Bu nefret toplumda HIV/AIDS virüsü taşıyanların tedavi olmamasına bu da virüsün yayılmasına neden oluyor.”
Yüksel diğer taraftan HIV/AIDS tanısı konan kişilerin bu toplumsal nefret nedeniyle içlerine kapanıp suçluluk duyduklarını ve travma yaşadıklarını söyledi.
Bianet / Emine Özcan
09/16/2009

“Seks İşçiliğini Görmezden Gelmek İşçi Hareketinin Eksikliğidir”

Posted in Uncategorized with tags , , , , , , , on Eylül 19, 2009 by ifsaeylem1
Çarşamba, 16 Eylül, 2009

Aras Güngör, seks işçisi travesti ve transseksüellerin sömürüye, toplumsal nefrete ve polis şiddetine karşı bir araya gelip Pembe Hayat’ı oluşturduklarını söylüyor: “Kendi adımıza kendimiz konuşalım istedik.”

“Ankara’nın Eryaman ilçesinde seks işçiliği yapan travesti ve transseksüellere bir çetenin saldırması sonucu polis de şikâyetimizi ciddiye almayınca her Perşembe Yüksel Caddesi’nde yürümeye başladık.”
Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği’nden Aras Güngör nasıl dernekleştiklerini anlatmaya böyle başlıyor.
Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği’nin düzenlediği “İkinci Müslüman Toplumlarda Cinsel ve Bedensel Haklar Koalisyonu (CSBR) Cinsellik Enstitüsü: Türkiye’de Cinsel Haklar ve Siyaset” panelini dün (15 Eylül) akşam, Beyoğlu’ndaki Goethe Enstitüsünde gerçekleşti.
Çanakkale Kadın El Emeğini Değerlendirme Derneği (EL-DER) ve Çanakkale Toplum Merkezi adına Nigar Etizer Karacık ve Pozitif Yaşam Derneği’nden (PYD) Murat Yüksel’in konuşmacı olduğu panelde Güngör anlatmaya devam ediyor.
“İlk basın açıklamamızı İnsan Hakları Derneği’nde (İHD) yaptık. Bizlere saldıran çetenin asıl derdi haraç almaksa da toplumsal nefretin de bir ifadesiydi. Biz de toplumsal nefrete karşı sessiz kalmamak için eylemlere başladık.”
“Eryaman saldırısının failleri serbest”

Güngör, eylemleriyle medyada yer almalarının ardından polisin kendilerine Eryaman’ı terk ettikleri takdirde saldırının faillerini yakalayacaklarına söz verdiklerini söylüyor.
“Biz de evlerimizden çıkmayacağımız cevabını verdik. Bu arada ev toplantılarımız sürüyordu. Sonunda ev toplantılarını derneğe taşımaya karar verdik ve dernek için gerekli hazırlıklara başladık.”
Eryaman’da travesti ve transseksüellere saldırmaktan yargılanan sanıkların serbest bırakıldığını hatırlatan Güngör, tahliye kararlarını da temyize götürdüklerini ve sürecin devam ettiğini aktarıyor.
“Diğer yandan dernekleşirken maruz kaldığımız saldırıların da yaşadığımız olumsuzluğun da kadın sorunundan bağımsız olmadığını biliyorduk. Bu durum feminist hareketten de destek almamızı sağladı.”
“Polis kabahatler kanununu keyfi uyguluyor”

Dernek olma süreçlerinde mücadele alanlarından birinin polis şiddeti olduğunu söyleyen Güngör “Artık kamuoyunda daha görünür olmamızla polisin kaba şiddetine maruz kalmasak da ‘kabahatler kanunu’ bir baskı aracı olarak polislerce keyfi uygulanıyor” diyor.
Para cezalarını ödemekte zorlandıklarını söyleyen Güngör “Devlet seks işçilerine ağır para cezaları keserek yine onları fuhşa yönlendirmiş olmuyor mu?” diye soruyor.
“Kendi sözümüzü kendimiz söylemek istiyoruz”

Feminist, gey-lezbiyen hareketle yan yana durduklarını ancak kendi sözlerini üretmek için de dernekleştiklerini söyleyen Güngör’e göre seks işçiliği yapan travesti ve transseksüellerin sorunlarını yine en iyi onların dillendireceğini savunuyor:
“Dernekte projeler üretiyoruz. 8 Mart gibi önemli günlerde kendi bayrağımızla alana çıkıyoruz. ‘Travestiyiz, buradayız, alışın’ diye bağırıyoruz. Sağlık Bakanlığıyla ortaklaşa yapılan bir projenin içinde de yer aldık. Devamını getiremesek de üç sayı çıkarttığımız bir dergimiz ve o dergide kendi dertlerimizi anlatabilme fırsatımız oldu.”
Güngör yine de seks işçisi travesti ve transseksüellerin örgütlenmesinin çok zor olduğunu, gece sabaha kadar türlü şiddete maruz kalarak çalışan bir seks işçisinin gündüz emek hakları üzerinden örgütlenmesinin, derneğe gelip faaliyet yürütmesinin neredeyse imkânsız olduğunu söylüyor.
“Seks işçilerinin sendikalaşmalarının önünde hem yasal hem bürokratik hem de toplumsal olarak çok büyük engeller var” diyen Güngör emek hareketine sesleniyor:
“Sömürünün had safhada olduğu bir alan olarak seks işçiliğini görmezden gelen bir işçi hareketi eksiktir.”
Bianet / Emine Özcan
09/16/2009

Eğitimde cinsel yönelim ayrımcılık raporu açıklandı

Posted in ayrımcılık - şiddet with tags , , , , , , , , on Eylül 19, 2009 by ifsaeylem1
Perşembe, 17 Eylül, 2009
Haber: Ali Erol

“Öğretmen yetiştiren kurumlarda cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği konusuna duyarlı çalışmalar yapılmalı, bunları yapacak eğitimciler LGBTT örgütleri tarafından gerçekleştirilecek bir farkındalık eğitiminden geçirilmeli.”

Eğitimde Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği Ayrımcılığı Araştırması Ara Raporu Açıklandı
Kaos GL Eğitimde Ayrımcılık Çalışma Grubu, eğitimde cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığı araştırma raporunu açıkladı. Grup, LGBTT bireylerin eğitim süreçlerinde maruz kaldıkları ayrımcı, dışlayıcı, ötekileştirici pratikleri görünür kılmak amacıyla yola çıkmıştı.

Grup, LGBTT eğitimcilerin ve öğrencilerin yaşadıkları sorunları, deneyimlerini odak alan görüşmeler yapmaya karar verdikten sonra öncelikle LGBTT eğitimciler ile görüşmeler yaptı. 4. Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma’da iki ayrı etkinlik gerçekleştirdi. Bunlardan birincisi LGBTT Öğrenciler Forumu, diğeri ise Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde gerçekleştirilen Eğitimde Ayrımcılık Paneli oldu.
Çalışmaların ikinci ayağında ise ilk ve orta öğretim ders kitapları düzeyinde heteroseksizm ve heteronormativizmi inceleyecek olan Grup, LGBTT öğrencilerle de odak grup çalışması yapacak.
Eğitimcilerle derinlemesine mülakat
Kaos GL Eğitimde Ayrımcılık Çalışma Grubu, bugüne kadar farklı öğretim düzeylerinde farklı branşlardan 10 eğitimci ile derinlemesine mülâkat gerçekleştirdi.
Söz konusu eğitimcilerden ikisi Ankara’daki üniversitelerde araştırma görevlisi olarak çalışıyor. Görüşmecilerden biri özel bir dershanede, biri özel bir okulda (okul öncesi eğitim düzeyinde yani anaokulunda), diğer üçü ise kamuda branş öğretmeni olarak görev yapıyor. Diğer üç görüşmeci ise hâlihazırda öğretmenlik yapmıyor, biri emekli olmuş durumda, biri kendi isteğiyle ayrılmış, bir diğeri ise mesleğinden ayrılmak zorunda kalmış. Söz konusu eğitimcilerin ikisi kendisini gey, altısı lezbiyen olarak tanımlıyor. Diğer iki görüşmeciden biri transeksüel, diğeri ise travesti. Transeksüel eğitimci, öğretmenlikten ayrılmak zorunda kalmadan önce sınıf öğretmeni olarak görev yapmış.
Grup yayımladığı raporda, görüşmecilere ulaşmalarının kolay olmadığını belirtiyor. Bu nedenle görüşülen kişilerin adları değiştirildi.
“Çünkü LGBTT eğitimciler kendilerini gizlemek istiyorlar, adlarını, branşlarını ve yaşadıkları şehirleri açıkça söylemekten çekiniyorlar, aksi halde kimliklerinin açığa çıkabileceği ve dolayısıyla meslekleriyle ilgili olarak sorun yaşayacaklarını, yaşayabileceklerini düşünüyorlar.”
Bu durumla ilgili olarak “çalışma hayatında cinsel yöneliminizi/cinsiyet kimliğinizi bastırmak zorunda kaldınız mı?” şeklindeki soruya görüşmecilerin birçoğu benzer “evet” biçiminde cevap vermiş.
“Türk eğitim sistemi homofobik ve cinsiyetçi…”
Rapor, görüşmelerden çıkarılan sonuçları kısaca şöyle özetliyor:
“Görüşmecilerin hemen tamamı işlerini kaybedecekleri endişesiyle ya bütünüyle kimliklerini gizlemek zorunda kalmışlar ya da çok sınırlı bir arkadaş grubuyla paylaşabilmişler.
Türkiye’de eğitim sisteminin otoriter, ataerkil ve heteroseksist değerlerle yüklü olduğu konusunda hemfikirler. Dolayısıyla bu sistemin ayrımcılığı yeniden üreten dışlayıcı/ötekileştirici bir yapıda olduğunun altını çiziyorlar.
Ders kitaplarında, ders programlarında ve müfredatta cinsel yönelime ve cinsiyet kimliğine dair sağlıklı bilgilere ya hiç yerilmediğini ya da olumsuz bir biçimde yer verildiğini belirtiyorlar.
Üniversite öğrencilikleri sırasında aldıkları derslerde cinsel yönelimler üzerinde neredeyse hiç durulmamış.
Sosyal yaşamda ise gerek öğrenciliklerinde gerekse iş yaşamlarında arkadaşlarının bir hayli homofobik tutumlar takındıklarını gözlemlemişler. Bu tutumlar alay, aşağılama, küfür şekillerinde olduğu gibi, kimliklerinin açığa çıkması durumunda dışlama, tehdit, taciz ve fiziksel şiddet gibi boyutlara ulaşmış.
Diğer taraftan bu süreçlerde muhalif sendikal örgütlerden (Eğitim-Sen gibi) destek alamayacaklarını, bunun o örgütler içerisinde de sorun yaratabileceğini düşünüyorlar.
Görüşmecilerden biri ise transeksüel kimliği nedeniyle sorunlar yaşadığında üyesi olduğu sendikadan destek alamamanın yanı sıra buradan da dışlandığını dile getiriyor.
Görüşmecilerin hepsi yakın zamanda Türk eğitim sisteminin homofobik, transfobik, cinsiyetçi, heteroseksist ve diğer ayrımcı öğelerden arınabileceği konusunda umutlu değiller.
Çözüm olarak öğretmen yetiştiren kurumlarda, eğitim fakültelerinde cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği konusuna duyarlı çalışmaların yapılmasını, bunları yapacak araştırmacıların, eğitimcilerin LGBTT örgütleri tarafından gerçekleştirilecek bir farkındalık eğitiminden geçirilmesini öneriyorlar.”
Eğitimcilere yöneltilen sorular
Raporun hazırlanması sürecinde yapılan mülakatlarda eğitimcilere 8 soru yöneltildi. Bu sorular şöyle sıralanıyor:
  • Çalışma hayatında cinsel yöneliminizi ya da cinsiyet kimliğinizi bastırmak zorunda kaldınız mı?
  • Çalışma yaşamı boyunca kimlikleriniz ve yönelimleriniz nedeniyle ayrımcılığa, tehdide, şiddete maruz kaldınız mı?
  • Öğrencileri ile ilişkileri: Hiç LGBTT öğrenciniz oldu mu?
  • Cinsel kimlikleriniz iş arkadaşlarınız/meslektaşlarınız tarafından biliniyor mu, ilişkileriniz nasıl?
  • LGBTT örgütlerinin varlığından haberdar mısınız? Haberdarsanız nasıl tanıştınız bu örgütlerle? Aktif üye olarak çalışabiliyor musunuz?
  • Başka sivil toplum örgütleriyle ya da demokratik kitle örgütleriyle ilişkiniz var mıydı? Üyesi olduğunuz bu örgütlerin cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği konusundaki tutumları nedir?
  • Türkiye eğitim sistemi içerisinde egemen cinsel kimlikler dışındaki kimlikler kendisini ifade olanağı buluyor mu? Ders kitaplarında ya da müfredatta eşcinselliğe ya da transseksüaliteye yer veriliyor mu?
  • Eğitim sistemi bütün kimlikleri kapsayacak ve ayrımcı olmayan bir biçimde yapılandırılabilir mi? Öneriler…
Bu sorulardan ilki olan “Çalışma hayatında cinsel yöneliminizi ya da cinsiyet kimliğinizi bastırmak zorunda kaldınız mı?” sorusuna verilen cevapları öncelikle paylaşıyoruz.

Diğer sorulara verilen cevapları da bölüm bölüm kaosgl.org’da yayınlamaya devam edeceğiz.

Çalışma hayatında cinsel yöneliminizi ya da cinsiyet kimliğinizi bastırmak zorunda kaldınız mı?
Melis (Lezbiyen, Branş öğretmeni, MEB):
“Cinsel kimliğimi bastırmak adına bir çabaya gerek duymadım fakat gizlemek adına görev yaptığım kurumda çok dikkatli oluyorum. İnanın büyük bir çaba sarf etmek gerekiyor kimliğinizi gizlemeniz için. Diyebilirim ki görevimin başında bulunduğum her saniye bir çaba içerisindeyim.”
Nur (Lezbiyen, Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni, Emekli):
“Tabii ki hem de nasıl. Çok samimi olduğum öğretmen arkadaşlarım dışında kimseye söyleyemedim cinsel yönelimimi. Bence söyleyememek baskıların en şiddetlisi. Bir öğretmen arkadaşınıza âşık olsanız uzun etüt çalışması yapmak zorundasınız, acaba duygularımın karşılığı yoksa ona açıldığımda bana bir zararı dokunur da işimden, çevremden olur muyum diye. Bu korkunç bir şey. Bazen aşkınızdan bile vazgeçmek zorunda kalabilirsiniz. Ayrıca eşcinsel olduğunuz okul idaresi ve öğretmenler tarafından bilinse öğretmenlikten atılabilir mi insan, bunu hukuk açısından hiç bilmiyorum. Aklıma bile gelmedi daha doğrusu araştırmak. Ama şunu iyi biliyorum: Herkes sizi dışlar ve yapayalnız kalırsınız. Dostlarınız bile istemeseler de sizden uzaklaşabilir. Hukuk yanınızda olsa, işiniz olsa ne yazar. Toplumsal kazanımlarla hukuksal kazanımlar bir arada olmayınca eşcinsellerin hiçbir kurumda mutlu çalışabileceğine inanmıyorum.”
Ali (Gey, İngilizce öğretmeni, MEB):
“Kendimi saklamak durumunda kalıyorum ister istemez. Özellikle de bulunduğum çevre küçük ve dindar olduğu için temkinli davranmak zorundayım.”
Helin (Travesti, Sosyal bilgiler öğretmeni, Dershane):
“İş hayatımda imkânsız böyle bir şey biliyorsun ki zaten trans kimliği geçtim eşcinsel kimliğimi de zaten gizlemek zorundayım. Hiçbir şekilde orda bunu söyleyemem. Hani okul dönemi eğitim hayatı başladığında iki kimlikle yaşıyorsunuz bir kendi gerçek kimliğiniz sabah saat 07.50 de bu kimliği bırakıyorsunuz, akşam 06.20 de gerçek kimliğinize dönüyorsunuz böyle bir yaşam. Yani 12 saati sahte 12 saati gerçek.”
Güniz (Lezbiyen, Anaokulu öğretmeni, Özel okul):
Eşcinsel kimliğinin çalıştığı kurumun yönetimi tarafından öğrenilmesi halinde işine son verilip verilmeyeceği sorusuna: “Tam olarak kestiremiyorum ama büyük ihtimalle olumsuz bakarlar diye düşünüyorum.” biçiminde cevap veriyor.
Burak (Gay, Araştırma görevlisi, Eğitim Fakültesi):
Bir devlet üniversitesinde araştırma görevlisi veişini kaybetme kaygısını şu sözlerle ifade etti: “Yani şimdi burası bir devlet üniversitesi böyle bir olasılık var ve bunun yasal boyutunu gerçekten bilmiyorum. Eşcinsellik, benim hatırladığım ya da bildiğim, yanlış bilme ihtimalim çok yüksek, yüz kızartıcı suçlar arasında filan geçiyordu, bir zamanlar. Öyle hatırlıyorum.
…belki bölümdekiler bunu bir şekilde sindirebilirdi ama hani bir kere bu öğrenildiğinde… Şöyle söyleyeyim çok net işimi kaybetme olasılığım var birincisi bu, ikincisi işi kaybetme olasılığım olmasa bile hani bir eşcinsel olduğumu üniversitedekilere söylediğinde hayatım çok zorlaşacak. Çalışamayacaksın yani çalışmak istediğin gibi çalışamayacaksın.”
Gözde (Lezbiyen, Araştırma görevlisi, İletişim Fakültesi):
Bir başka devlet/kamu üniversitesinde araştırma görevlisi olarak çalışan Gözde ise kimliğini gizlememekle birlikte çalıştığı kurumun yönetiminin kimliğini öğrenmesi konusunda da herhangi bir çaba içerisinde olmadığını söylüyor:
“Bastırmak yönünde bir çabam olmadı. 2002’den beri açık bir eşcinselim ama bu açıklığımın zorunlu kimi sınırları var. Cinsel yönelimimi doğrudan gizlediğimi söylemem mümkün değil ancak yönelimimin idari düzeyde bilinmesi noktasında herhangi bir çabam da olmadı. Çalıştığım kurumda benimle yakın denebilecek kişisel ilişkisi olan arkadaşlarımın büyük bir kısmı cinsel yönelimimden haberdardır. Diğer iş arkadaşlarımdan da yönelimimi saklamak yönünde bir çabam olmaz. Henüz idari düzeyde bu konuda herhangi bir sıkıntıyla karşılaşmadım ama karşılaştığım koşullarda yönelimimi gizlemeyi düşünmem.”
Sinem (Transeksüel, Sınıf öğretmeni, İstifa etmiş):
4 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra transeksüel kimliğiyle eğitim sistemi içerisinde varolmasına imkân verilmediğini anlayarak istifa etmek zorunda kalmış. Cinsel kimliğini özgürce yaşayabilseydi öğretmenlikten asla istifa etmeyeceğini söylüyor.
“Küçük şehirdeydim, hafta sonları zaman kaybetmeyeyim diye uçakla İstanbul ya da Ankara’ya gidiyordum, süsleniyordum, efemine oluyordum, bir şekilde cinsel kimliğimi iki günlüğüne yaşamak için. Ankara’da Grafiti vardı, İstanbul’da bir sürü bar vardı, gidiyordum cinsel kimliğimi yaşıyordum. Pazar günü akşam bütün makyajımı silip köye dönüyordum, ne bedenim ne de cüzdanım dayanıyordu.
…öğretmenliğimle, öğrencilerimle barışıktım, çok da seviyordum… Bir yandan da cinsel kimliğim var. Öğretmen arkadaşlarım, bilmeyenler(cinsel kimliğini bilmeyenleri kastediyor) hafta sonu Van’a gidiyorlar. Erkekler bir araya gelince ya kahveye giderler ya geneleve giderler, sen neden gelmiyorsun diyorlar, götürüyorlar, kadına gir diyorlar, ben ısmarlayacağım diyorlar. Hafta sonu kaçayım diyorum, kimliğimi yaşayayım diyorum, bu sefer bedenim yorgun düşüyor, gitmezsem psikolojim bozuluyor.”
Kaos GL